23 Ağustos 2011 Salı

A Few Good Men

Fenerbahçe direniyor...

3 Temmuz sabahı bir anda ortaya çıkan suçlamaların şaşkınlığını ancak bir haftada üzerinden atabilen Fenerbahçe 10 Temmuz gününden beri başkaldırıyor.

Bu haysiyet, onur ve cesaret dolu 44 günlük başkaldırı elbette ki içinde bazı kahramanlar yarattı.

Onlar azınlıktalar.

Bazıları oynadıkları rolün farkında bile değiller.

Hatta belki Fenerbahçe'li bile değiller.

Ama bu bir avuç insan milyonlarca Fenerbahçe'nin soluduğu ortama oksijen pompaladı. Gecenin en karanlık anında onlara doğacak güneşi, sökecek şafağı hatırlattı.

Fenerbahçe'li onları unutmayacak. Nasıl bu dönemde kendisini arkadan hançerleyenleri, yalnız bırakanları bir köşeye kaydettiyse, bu isimler de gönlünde yer tuttu.

Sayalım mı? Benim, sübjektif listem tabii bu. Aklıma geldiği sırayla...


Ogün Altıparmak: Ogün Ağabey, daha camia tokatın nereden geldiğini anlamadan, yeldeğirmenlerine saldıran Don Kişot misali, kendini ortaya atarken elinde içindeki Fenerbahçe sevgisinden başka hiçbir silahı yoktu. Dümdüz bir aşktı O'nun kameralara karşı yansıtmış olduğu. Akıttığı gözyaşları karşısında duran organize olmuş yargısız infaz cellatlarının geriye adım atmasını saqğlayamazdı tabii, ama "direniş"in nasıl bir duygu seli içinde başlayacağının habercisi oldu. O da "hukuktan anlamıyordu", hatta Şeytan gibi bir zekaya da sahip değildi. Yüreğinin sesini dinledi sadece.


Ömer Çavuşoğlu: Üst düzey futbol bilgisi, Türk futbolundaki yöneticilik tecrübesi ve keskin zekasıyla havada uçuşan kara kara sineklerin üzerine sıkılan Sheltox gibiydi. Apansız saldırılara, zekasının ona kattığı kara mizah anlayışı içinde, gülümseyerek cevap verdi. Duruşu, Fenerbahçe'ye yakışan bir özgüven yansıtıyordu. Yönetimin ortadan kaybolmuş olması, destek vermemesi O'na vız geldi. Gönüllerde bir kere daha taht kurdu.


Ali Koç: Belki de istemeden, amaçlamadan "direniş"in en öncü sloganını literatüre soktu. Küçük bir çay bahçesinde, çaresizlik içindeyken, bir anda ayağa kalkarak attığı "daha yeni başlıyor" çığlığı bizler için bayrak oldu. Böylece Azi,z Yıldırım'sız kafası kesik tavuktan farklı bir görüntü çizmeyen yönetime de hayat öpücüğü vermiş oldu. kapalı kapılar ardında oynadığı liderlik rolünü de duymuyor değiliz.


Pınar Memiş: Bu hanımefendiyi tanımam. Hangi takımı tuttuğunu da bilmem. Sadece 5 Temmuz günü arabada yoldayken dinlediğim radyo kanalında Türkiye'ye nasıl bir hukuk dersi verdiğini biliyorum. Söylediği her kelimenin altına baktığımızda bir bilgi yığını bulunabiliyordu. Ve bütün gelişmeler döndü dolaştı bu kadının verdiği bilgilerle paralel seyir izlediler. O'nun cümlelerini umut belleyen benim gibi Fenerbahçe'liler için Pınar Hanım tam anlamıyla çölde vaha gibiydi. Kendine "spor hukukçusu" diye adlandıran şarlatanların, "adliye muhabiri" diye isimlendiren palyaçoların çamura bulayıp karanlığa gömdüğü hukuk zeminini adeta projektörle aydınlattı. İşin en gğzel tarafı bu zarif hanımefendinin Galatasaray Üniversitesi'nde kürsü başkanı olmasıydı.


Lube Ayar: Son derece güçlü kalemi, pürüzsüz Türkçe ifade yetkinliği ile "direniş"in her deliğini betonarme kaplayan görünmez kahramanı, futbol deyimiyle "hamal"ı idi. Gerektiğinde yıllardır hatmettiği belgeleri suratlara çarptı, bazen alaycı ifadelere karşı "ayar" verdi. Tek başına şike vakasına farklı cepheler ekledi, dosyalar açtırdı. Girdiği tartışmalarda karşısına çıkanları böcek gibi ezerken, onların düştüğü çaresizlikten "Aziz Yıldırım buna kızım diyor" seviyesinde eleştirilerle karşı karşıya kaldı. Beş takımı temsil eden kadınların temsil ettiği programa bu kızcağızı çıkarmak bana kalırsa O'nun zeka ve birikimine hakaretti.


Ebru Köksaldı: Türkiye'de futbolun ne kadar corrupted bir düzen içinde oynandığı konusunda üniversitede kürsü sahibi olması gereken bu cesur kadına Hürriyet gazetesinin sadece internet ortamında sütun açarken, eleştirilen düzenin en güçlü temsilcisi olan Erman Toroğlu'na sayfaların ayrılmasının hiçbir savunması olamaz. Bu sadece, Hürriyet'i geçtim, Türk basınının ayıbı ve kalitesizliğidir.


Aykut Kocaman: Teknik olarak daha önceleri benim tarafımdan eleştiri oklarına hedef olan Aykut davamızın ilk gününden itibaren kocaman yüreğini ortaya koydu. Maçların ve şampiyonluğun nasıl kazanıldığını kim daha net ifade edebilirdi ki? "Ayrılıyor", "bırakıyor" polemiklerine "Fenerbahçe bana ne kadar ihtiyaç duyarsa, o kadar buradayım" deyip set çekerek hevesleri kursaklarda bıraktı. Hocam, sen yüreğinle bu işi öyle bir hale getirdin ki, şu takımı alıp sahada kümeye düşürsen sana söyleyebilecek tek cümlem olmaz. (Tabii Alex'e haksızlık etmediğin sürece :) )


12numara: Krallıkların, diktatörlüklerin bir günde nasıl devrildiğini gördüğümüz günler yaşıyoruz. 12numara korkak, pısırık, içten pazarlıkçı Antu'nun altından bir günde "taraftarın resmi sitesi" payesini çekiverdi. Antu temsilcileri televizyonlarda Fenerbahçe değerlerine aykırı mesajlar verip yüzümüzü kızartırken 12numara "direniş" bayrağını çeşitli organizasyonlarla her Fenerbahçe kalesine asmaya çalıştı. Ortada kale yoksa, o kaleyi inşa etmek için maddi ve manevi fedakarlıktan kaçınmadı. Ne Aziz'ci oldu, ne de arkasından timsah gözyaşları döktü. Kayıtsız, şartsız bir sevgi üzerinde duran Fenerbahçe kültürünü en iyi şekilde temsil etti.


Yoldaşlar! Sizinle gurur duyuyoruz ama "daha yeni başlıyoruz"...

2 yorum: