15 Temmuz 2010 Perşembe

Fenerbahce'nin Şampiyonlar Ligi yolculuğu

ŞL öneleme kuraları yarın çekilecek. Aslında yarın Galatasaray'ın da Avrupa Liginde rakibi belli olacak ama o konuda yazacak çok şey yok. Kurada çıkabilecek en zor ekip 5,838 UEFA puanlı Kalmar FF adındaki bir İsveç takımı. Galatasaray bir üst turda da seribaşı olarak katılıp en güçlüsü 13,000 UEFA puanlı Kızılyıldız olan altgruptan bir takımla eşleşip Avrupa Ligi gruplarına kalacak.
Türkiye Ligi şampiyonluğunu son maçta kaçırıp maddi olarak büyük fırsat kaçıran Fenerbahçe'nin ise önünde uzun ince bir yol var. Bu yolun üzerinde ise en güçlüsünün İspanya Ligi dördüncüsü eski dost Sevilla'nın, en zayıfının ise Belçika'nın Gent takımının oluşturduğu 14 rakip olacak.
Bu zorlu yolun ilk durağına Fenerbahçe seribaşı olarak başlıyor. Diğer seribaşı takımlar; Zenith, Ajax, Dinamo Kiev ve Braga (Portekiz). (Zenith ve Ajax'in Avrupa puanı Fenerbahçe'den yüksek, diğer ikisinin düşük). Bu beş takım içlerinde Celtic, PAOK, Unirea,Young Boys ve Gent'in bulunduğu beş takımla eşleşecek. Celtic bildiğimiz Celtic. Eski gücünden uzak ama baştan aşağıya tecrübe. Yunan takımlarının da sağının solunun ne olacağını bilmediğimizden bu takımlarla eşleşmemek avantaj olabilir. Genel anlamda rakip Celtic olsa bile geçilebilecek bir tur.
Zurnanın zirt dediği yer ikinci tur önelemeler. Bu onelemelere İspanyol, İngiliz ve İtalya ligi dördüncüleri ile Almanya, Fransa ligi üçüncüleri dahil olacak. Yani Sevilla, Tottenham, Sampdoria, Werder ve Auxerre. Bu beş takım ilk öneleme turundan gelecek beş takımla birleşip Avrupa puanlarına göre seribaşı ve seribaşı olmayan olarak iki gruba ayrılıp tekrar eşleşecekler. Yeni katılan beş takımın üçünün (Sevilla, Tottenham ve Werder) UEFA puanı Fenerbahçe'nin üzerinde. İlk önelemeden herhangi bir sürpriz çıkmaz ve seribaşı takımlar yollarına devam ederse puanı Fenerbahçe'den yüksek olan Zenith ve Ajax, Sevilla, Tottenham ve Werder Bremen ile beraber seribaşı grubu oluşturacak ve Fenerbahçe bu beş takımdan biriyle eşleşecek.
Ama ilk öneleme grubundan Zenith ya da Ajax'tan birinin elenmesi bile Fenerbahçe'nin seribaşı olup relatif olarak daha az güçlü takımlarla eşleşmesi için yeterli. Bu durumda rakipler Sampdoria ve Auxerre kesin olmakla beraber Dinamo Kiev, Braga ve ilk turdaki seribaşı olmayan takımlardan biri olabilir. Bu en iyi senaryoda bile Sampdoria ve Auxerre tehlikesi mevcut.
Fenerbahçe'nin ŞL ikinci öneleme turunda elenmesi durumunda AL gruplarına direkt ve seribaşı olarak katılacağını satırlarımıza ekleyelim. Eğer Fenerbahçe ŞL ilk öneleme turunda elenirse, aynı Galatasaray gibi, en güçlüsü Kızılyıldız olan bir pottan eşleşeceği bir takımla AL öneleme maçı oynayıp gruplara, gene seribaşı olarak, katılabilecek.

Platini'nin Turk futboluna başka bir kazığı

Hayir, yukarıdaki başlıkla 2016 Avrupa Şampiyonası'nın Fransa'ya peskeslenmesinden bahsetmiyorum. Platini'nin Türk futboluna kamuoyunun gözünden kaçan başka bir zararı oldu.
Platini geçen sene Şampiyonlar Ligi'ne katılım kurallarını değiştirip bizim gibi UEFA sıralamasında second tier diyebileceğimiz ülkelerin lig ikincilerinin ŞL Grup kademesine yükselme ihtimalini iyice azalttı. Geçen sene lig ikincimiz Sivasspor olunca hem tiraj nedeniyle hem de daha ilk turda madara olduğu için kamuoyu değişen sistemin lig ikincilerimiz için nasıl bir dezavantaj yarattığını çok anlayamadı.
Eski sisteme göre Lig şampiyonumuz bir, Lig ikincimiz iki öneleme turu oynuyordu. Bu öneleme turlarında genellikle Lig ikincimiz ilk turda seribaşı olup çok kolay bir kura çekip rahatlıkla ikinci öneleme turuna kalabiliyordu. Bu turda da orta karar bir Avrupa puanı toplamış olan takımlarımız gene seribaşı pozisyonunu alıp ikinci öneleme turunu da nispeten kolay denebilecek takımlarla oynayabiliyordu. Seribaşı olamasa bile takımlarımıza eleme turunda İngiltere, İspanya, İtalya ve Almanya liginden önelemeye katılan bir takım denk gelmezse gene yolumuza devam edebiliyorduk. Mesela Fenerbahçe CL çeyrek finalini oynamadan önce seribaşı olan Anderlecht'i elemişti. Tabii gene Fenerbahçe'nin Dinamo Kiev'le, Galatasaray'ın Steau ile olduğu gibi yol kazaları olmuyor değildi. Ama sonuçta en az bir, sıkçada iki takımımız ŞL gruplarına katılabiliyordu.
Platini geçen sene sıralamada daha geride kalan third tier ülkelerden oy toplamak pahasına, bir üst kademedeki ülkelerin ikincilerini ateşe attı. Öneleme oynayacak takımları iki gruba ayırdı. Şampiyonlar ve Şampiyon Olamayanlar. Bu iki pot arasında geçişme yok. UEFA Puanı bizim altımızda kalan ülkelerin şampiyonları ellerini kollarını sallaya sallaya gruplara kalırken, daha güçlü ülkelerin saygıdeğer ikincileri birbirlerini ezmekle meşgul hale geldiler. Mesela bu sene 27,000 puanlı Sparta Prag ve Hapoel'in seribaşı olma avantajlarını kullanıp Litex Lovetch, Partizan gibi takımlarla eşleşerek gruplara kalma olasılıkları yüksekken 54,890 puanlı Fenerbahçe'nin seribaşı olamayıp Sevilla, Werder Bremen ve Tottenham gibi takımlarla eşleşip gruplara kalamaması sürpriz olmayacak.
Bizim gibi second tier ülkelerin şampiyonlarının ise gruplarda yeri garanti. Ama bu ülkelerin takımları kalburüstü oldukları ve yüksek UEFA Puanları kazanmış oldukları için eski sistemle kendilerini zaten gruplara atabiliyorlardı. Sonuçta bizim gibi ülkelerin ikinci takım çıkarabilme olasılığı dibe indirilerek bu olasılık üçüncü tier ülkelerin şampiyonlarına devredildi.
Yeni sistemin bir etkisi de son iki torbanın, özellikle dördüncü torbanın iyice yumuşamış olması. ŞL artık Best of the Best'lerin rekabet ettiği bir turnuva olma durumundan çıktı. Bunu şöyle bir örnekle destekleyebiliriz. Geçen sene yeni sistem uygulandıktan sonra dördüncü torbaya giren sekiz takımın UEFA puan ortalaması 12,182, medianı 11,787 puandı. Üç sene önce Fenerbahçe'nin de bulunduğu dördüncü torbadaki takımların UEFA puan ortalaması 39,734 puan ile geçen senekinin üç mislinden fazla, medianı ise 40,570 puan ile geçen seneki baremin dört misline yakındı. Üçüncü torbada da belli bir yumuşama sözkonusu. Geçen sene şampiyon Beşiktaş 32,445 puanla kendine üçüncü torbada yer bulurken, bu puan üç sene önce eski sistemle düzenlenen turnuvada dördüncü torbanın en düşük puanlı takımına tekabül ediyordu.
Yarınki kuradaki Fenerbahçe'nin olası rakipleri bir başka blog konusu...

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Ve bir Final sabahı klavyemden dökülenler...

Ve yeni bir Dünya Kupası final gününe uyandık.

Benim için dört yılda bir yaşanan şölenin zirvesi. İşin en güzel tarafı finaldeki iki takımdan biri, birçok kişi için sürpriz ama benim için değil, her uluslararası futbol turnuvalarında gönlümn şampiyonu Hollanda. İlk seyrettiğim finalin haketmeyen kaybedeni. Gönül isterdi ki bu turnuvanın en güzel futbol oynayan takımı da Hollanda'nın rakibi olsun. Ama olmadı. İspanya hakederek kazandığı bir maç sonunda finale çıkan diğer takım oldu.

Seyredeceğim dokuzuncu Dünya Kupası olacak. Sekiz finalin sadece üçünde (1990, 1994 ve 2006) tuttuğum takımlar kazanmışlar. "Gönül" açısından çok iyi bir bilanço değil bu. Bu kötü bilançonun en büyük sorumluları final kaybetme rekortmeni ve diğer gönüldaşım Almanya. Seyrettiğim finaller arasında bir takımın bu kadar favori ilan edilip diğerinin "underdog" kaldiği tek eslesme hatırlıyorum; 2002 Brezilya-Almanya finali. O maçı beklenildiği gibi Brezilya rahat rahat kazanmıştı.

Hollanda'nın yarı finale çıkacağını daha turnuva başlamadan biliyordum. yarı finale kadar yolunda sadece Brezilya vardı. Dunga'nın "keklik" Brezilya'sı. O maçta 1994 ve 1998 yıllarıondaki maçların hatırına şansın ve ilahi adaletin Hollanda'nın yanında olacağını hesaplamıştım. Öyle de oldu. Uruguay'ın fransa grubunda birinci, İngiltere'nin ise kendi grubunda ikinci olması ile Hollanda'nın finale çıkacağını düşünmeye başladım.

Çok şükür, gördüm bugunleri.

İngiltere'nin son saniye golü ile grubundaki liderliği kaybetmesi, Brezilya maçındaki ilahi adalet, Uruguay maçındaki ofsayt gol ve hatta Hollanda'ya finali dar edecek Alman panzerinin elenmesi...

"Kupa Hollanda'yı istiyor".

Bugün Hollanda o kupayı almalı. çünkü oynanacak futboldan bağımsız hakeden takım Hollanda. Hollanda bu kupayı tarihiyle hakediyor. 1974 ve 1978 finallerinde, 1998 yarı finalinde haksız kaybeden olmakla...Yaklaşık 40 senedir futbola getirdiği yeni anlayışla...Dünya'daki gelmiş geçmiş en iyi futbolcuları ve teknik direktörleri yetiştirmekle...Renkleriyle, ve en önemlisi tribündeki dünya güzeli kadınlarıyla...Coşkusuyla, milliyetçiliğiyle...

Ve 2010 Dünya Kupasında elemeler dahil oynadığı 14 maçın 14ünü de kazanarak hakediyor.

Hakediyor, hakediyor, hakediyor...

Rakibinin de hakettiği birşey var; Saygı. Çok güzel oynatayabiliyor bu ayaktopunu, isteyince. Ama lütfen...

Bu bir Dünya Kupası arenası. Burada "ben bir jenerasyon yakaladım" diye kupa alınmamalı. Yıllarca ter akıtmak, uğraş vermek gerekmeli. Finalin son dakikasında topunun direkten dönmesi, rakip topa değmeden gol atmak, düşmek, kalkmak, geride kalmak ve sonra tekrar oraya uzanmak gerekiyor. Belki de jenerasyonlar bekleyerek, ama bu arada hep üreterek.

İspanya bunların hiçbirini yapmadı. Muhtemelen dört yıl sonra ortada olmayacak bir jenerasyon yakalayarak bu tarihi kupayı almaya çalışıyor. Geçmişe baktığımızda yarı finalleri yok. Dünya furboluna hediye ettiği futbolcu ve teknik direktör sayısı bir elin parmaklarını geçmez.

Bu kupayı kazanmak bu kadar kolay olmamalı.