11 Haziran 2018 Pazartesi

Güney Amerika geri dönüyor...

Kupaların Kupası Dünya Kupası bizi ışığıyla bir kere daha bir ay boyunca içine çekecek, Rusya'nın uçsuz bucaksız bozkırlarına, oradan yeşil zeminlerine sürükleyecek. Benim gibi futbolseverler için bayram ayıdır bu dünya kupası ayı.

1978'den beri televizyon ile kenetleneceğim onbirinci kupa olacak. Haan, Rensenbrink, Meier, Bohnhof, Kempes, Ardiles'lerden Neymar, Messi, Neuer, Ronaldo, Griezmann'a uzanan bir süreç, yıl  yıl aklımdan geçiyor. Genelde bu bayram ayında aynı saatte oynanan maçlar hariç maç kaçırmamaya özen gösteririm. Gerekirse saat kurup uyanır, yıllık izinlerimi kupaya göre organize ederim. Ancak bu sene bu kadar iddialı değilim. Öncelikle gönlümün daimi şampiyonu Hollanda'nın ve İtalya'nın yokluğundan müzdaribim. Daha da önemlisi, böyle bir kupa için söylemesi ayıp ama, üçüncü sınıf futbol ülkelerinin bolluğu benim için grup maçlarının çekiciliğini kaybettiriyor. Öte yandan bu seviyedeki takımların grupta telef olmalarıyla birlikte grup sonrası elemelerin ağız sulandırıcı hale gelecek olması da heyecan veriyor. 

2018 düzenlenen 21.Dünya Kupası olacak. 20 kupanın onbir adeti Avrupa'ya, dokuz adeti ise Güney Amerika'ya gitmiş durumda. Bu istatistik önceleri oldukça başabaş giderken Brezilya'nın 2002'den, Arjantin'in ise Maradona'dan beri bu kupaya ulaşamaması Avrupa takımlarının kupa üzerindeki hegemonyasına neden oldu. Avrupa'da düzenlenip bir Güney Amerika takımının kazandığı tek kupa var; 1962'de İsveç'te Brezilya'nın aldığı kupa.  

"Bu kupada bütün gözler bir futbolcuda olacak" dersem akla Messi gelir değil mi? Hayır, yanıldınız. Bütün gözler Avustralya'lı Tim Cahill üzerinde olacak. Cahill eğer bu kupada bir gol atarsa dört tane dünya kupasında gol atan dördüncü futbolcu olma onuruna erişecek. İlk üç futbolcuyu tanıyor musunuz? Seeler, Pele ve Klause...   

Bu kupayı iki kere kaldırma başarısına ulaşmış tek antrenör var. 1934 ve 1938 şampiyonu İtalya'nın teknik direktörü Vittorio Pozzo. Bu başarıya bu sene tek aday ise meşhur stajyerimiz Low. Öte yandan Casillas ve Lahm'ın artık futboldan uzaklaşmaları nedeniyle bu sene kupayı kaldıran kaptan olarak yeni bir isim göreceğimiz kesin. Unutulmasın, bu kupayı iki kere kaldıran kaptan yok.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bu girişten sonra birazda tahminlere geçelim. 2010 yılında dört yarı finalistin üçünü yerleriyle birlikte tahmin edebilmiş ama İspanya'nın kupayı alacağını düşünememiştim. 2014'te ise finali ve kazananı tahmin edebilmiştim. Bu sene beş favorimiz var; Almanya, Fransa, İspanya, Brezilya ve Messi. Aslında birkaç ay once bu kupanın en rahat tahmin edilebilir kupa olacağını düşünüyor, "Messi" deyip geçiyordum. Finallere son dakikada katılabilmilş olmaları adeta "meant to be" diye bağırıyordu. Ancak Arjantin ile ilgili iki tane problem görüyorum. Birincisi, hazırlık maçında İspanya'dan altı gol yemeleri bana "şampiyon olacak takım altı gol yer mi?" sorusunu akla getiriyor. İkincisi de büyük takım çalıştırmamış teknik direktor Sampaoli'nin Messi ile olan ilişkisini yönetebileceği ile ilgili ciddi kuşkularım var. 

Yukarıda saydığım beş takım arasında "kim şampiyon olamaz?" diye sorulursa, cevabım üzülerek gönlümün diğer şampiyonu Almanya olacaktır. Scolari, Bearzot, Del Bosque gibi efsanelerin iki kere kaldıramadığı bu kupayı Low'un ikinci kere kaldırabileceğini sanmıyorum. Öte yandan, kadroya bakıyorum, bu kupanın hakkı olan kadroyu, özellikle forvette göremiyorum. Beşiktaş'a karşı Leipzig'de oynarken stad gürültüsünden kulaklarını kapamış Werner ile bu iş nasıl olacak?


Bu senenin fikstür bahtsızı ise İspanya. Grupta son Avrupa şampiyonu Portekiz ile eşleşmiş durumda. Beklendiği gibi grubunu birinci tamamlarsa, final yolunda önce Arjantin, sonra Almanya olacak. Grubunu ikinci bitirmesi durumunda işler daha kolay olmayacak. Bu sefer finale ulaşmak için Fransa ve Brezilya'yı elemek zorunda kalacak. Yani İspanya'nın kupayı alabilmesi için dört rakibinin üçünü elemesi gerekiyor. Üzerine birde yorucu Portekiz maçı var, ki ilk grup maçı. O güne kadar gelişen skorlara bakıp "al gülüm, ver gülüm" de yapılamaz. Madalyonun diğer yüzünde ise İspanya grubunu birinci bitirirse  çeyrek finalde Arjantin'in, ikinci bitirirse Fransa'nın başına bela oluyor. İspanya'nın bir dezavantajı da kaptanı. Ramos Şampiyonlar Ligi finalinden şimşekleri üzerine çekmiş, adeta cebinde bir kırmızı kartla oynayacak. "Fair Play" konseptiyle Ramos'un elinde yükselecek bir Dünya Kupası'nın çok çelişeceği aşikar. Bu nedenlerden dolayı, aynı Almanya gibi, İspanya iyi bir turnuva çıkartabilir, ama hedefine ulaşması çok zor. 


Fransa turnuvanın neredeyse komşu ülkesinde oynanması, yıllardır yetiştirdiği futbolcuları, beslediği futbol anlayışı ve donanımlı, tecrübeli Deschamps ile bu turnuvanın en önemli favorisidir. Ancak savunmanın merkezinde yaşadığı sakatlıklar Fransa ile ilgili endişeleri arttırıyor. Bunun yanında beni Fransa ile ilgili karamsarlığa iten bir diğer neden eski UEFA Başkanı Platini'nin 1998 yılında Fransa'da oynanan  ve finalde Fransa'nın Brezilya'yı adeta ezmesiyle sonuçlana Dünya Kupasinda bu iki takımı finalden once eşleşmemesi için yapılan fikstür düzenlemesini itiraf etmesidir. Öte yandan Ronaldo'nun o maç öncesi şaibeli sakatlığı da aklıma geliyor. 20 yıl önceki final üzerinde yoğunlaşan bu gri bulut bu iki takımın eşleşmesinde bir "ilahi adalet"in tecelli edeceğinin göstergesi olabilir diye düşünüyorum. Yani bu kupada olası bir Fransa-Brezilya eşleşmesinde (ki bu eşleşmelerden genellikle kupaların en güzel maçları çıkar) gülen taraf Brezilya olacaktır. Bu varsayımımla birlikte fkstüre baktığımda bu iki takımın yolunun yarı finalde kesiştiğini görüyorum. Dolayısıyla ilk final adayım Brezilya'dır. 

Finalin diğer ayağını tahmin etmek daha zor. İngiltere Belcika ile tarihinde 21 kere maç
yapmış, sadece bir kere yenilmiş. Bu istatistiğe güvenerek G Grubunda İngiltere'nin grup birincisi olacağını düşünürsek bir brezilya-İngiletere çeyrek finali mümkün duruyor. çeyrek finalde bir diğer dev eşleşme  ise Arjantin-İspanya olacak. Zaten bütün hesapların zorlaştığı nokta burası. Üstelik büyük ihtimalle bu maçın kazananı yarı finalde Almanya'yı da devirip adını finale yazdıracak. 

Yari finallerdeki takımlara bakıyorum, 1998’de 1, 2002’de 1, 2006’da 0, 2010’da 1, 2014’de 2 Güney Amerika takımı bu seviyeye ulaşabilmiş. Aslında 2006'dan beri Güney Amerika takımlarının başarısında bir yükseliş trendi görünüyor. Ancak bu yükseliş trendinin 
Avrupa’da oynanan bir Dünya Kupasi finaline iki Güney Amerika takımı çıkartabilecek kadar güçlü olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenle şu meşhur İspanya-Arjantin çeyrek final maçını İspanya kazanacaktır ve İspanya Almanya'yı da eleyerek finale çıkacaktır. Messi'nin ise yeni bir Dünya Kupası hayal kırıklığı ile kariyerini noktalamasını bekliyorum.

İspanya'yı zorlu fikstürü ve Ramos faktörüyle birlikte Almanya ile birlikte turnuvanın favorileri arasında en olamayacak iki ülkeden biri olduğunu yazmıştım. Gerçi isimsiz bir teknik direktör olan Lopetegui daha once İspanya genç takımları ile başarıdan başarıya koşmuştu. Pekiyi "Brezilya Avrupa'da oynanan bir dünya kupasını tarihte ikinci defa kaldıran ikinci takım olabilecek kadar komple bir takım ortaya çıkartabilir mi?" sorusuna ise "neden olmasın?" diyorum. Teknik direktörü Tite, ki safkan Brezilya'lı (unutulmasın ki yabancı hoca ile dünya kupası kaldıran takım yok), Lopetegui gibi isimsiz ama iki yıldır takımın başında ve bu sürede oynadıkları 21 maçtan 17 galibiyet çıkartabilecek kadar takım içi uyumu sağlanış görünüyor. En önemli yıldızı bu kupanın en büyük iki favorisi olan Avrupa takımlarının liglerinde yıllardır fark yaratarak top koşturuyor. Kadro güçlü, üstelik  sadece iki Real Madrid'li "doymuş" futbolcu barındırıyor. Ve Brezilya için 16 kupasız sene oldukça uzun bir süre.

Sanki dunyanin bir diger ucundaki Rus bozkırlarında hersey Brezilya’lilar icin duzenlenmis gibi...


5 Haziran 2018 Salı

Seni Başkan Yaptık(!)


Küçük bir grup bizi Halas'ta ağırladığın gece o günlerin gündemdeki sloganını terse çevirerek "seni Başkan yapacağız" demiştim.

Hoşuna gitti, güldün... 

Ama işin aslını hepimiz biliyoruz. Sen, her ne kadar aldığın aile terbiyesinin getirdiği mütevazilikle, "ben sadece vitrinim, beni siz buralara getirdiniz" desen de kazın ayağının öyle olmadığı çok açık.

Bu çıktığın yolda ne platforma çıkartarak onore ettiğin yol arkadaşlarının göz yaşartıcı bir özveriyle çalışması, ne bizlerin "çorbaya bir kaşık tuz koymak için" belki faydalı belki faydasız debelenmesi, ne sokağın sevgisi, inancı, ne de camianın hayır ve başarı duaları... 

Hepsi nafile olur, bir yere kadar giderdi. Bir noktada bütün bu çabalar hayalkırıklığıyla, üzüntüyle, düşük omuzlarla sonuçlanmaya mahkumdu...

...eğer samimiyetle mütevaziliği, dürüstlükle açıksözlülüğü, çocuklukla olgunluğu, sakinlikle öfkeyi, ve en başta samimiyeti birleştiren o auran olmasaydı.

O aura olmasaydı, dedim ya, bizler ne yapsak boştu, hiçbir yere varamazdık.

Asıl biz sana çok teşekkür ediyoruz. Rüyamızın gerçekleşmesine neden oldun. Bu zafer senin o temiz kalbinle taraftara, camiaya yaydığın içten samimiyet duygusunun sonucudur. 

Ben bir kongre üyesiyim. Gururlu bir kongre üyesi...

Çünkü kendimi bana taraftarın verdiği emaneti salimen yerine teslim etmiş gibi hissediyorum. Camianın kalbinden geçeni yerine getirerek görevimi layıkıyla tamamladığımı düşünüyorum.

Düşünmesi bile ürkütücü, (hiç tahmin etmiyordum ama) ya ters bir sonuç çıksaydı? Bir kongre üyesi olarak o taraftarın kalbinden geçen sonucu sandığa yansıtamadığımızı nasıl anlatırdık? Ne derdik temsil sorumluluğumuz altında olan o stada yığılmış onbinlere? 
Nasıl anlatırdık maç günü kombinesi iptal edilip kucağında çocuğuyla kapıda kalan babaya, stadta fırça yiyen direnişin mimarı o canım kadınlarımıza, ihraç edilen üyelere, saygısızca sokağa atılan emekçilere?

Stadtan çıkarken sağımda, güvenlik koridorunun arkasındaki onbinler "Fenerbahçe taraftarındır" diye çalkalanıyordu. Bende sorumluluğunu yerine getirmiş, emaneti yerine teslim etmiş olmanın verdiği gönül rahatlığıyla avaz avaz onlara katılıyordum;

"Ali Koç Başkan, Fenerbahçe Şampiyon"...



 

1 Haziran 2018 Cuma

Tam zamanı şimdi

Aradan üç yıl geçmiş, Ali Koç ilk adaylık sinyalini genel kurulda verdiğinden beri. Hatta Aziz Yıldırım bu konuşmayı alkışlamış, Fenerbahçe'lilerin içinde gelecek için bir heyecan kıpırtısı yaratmıştı.

O gün blokumda yazdıklarımı hatırlıyorum; "Ali Koç eğer Fenerbahçe'ye başkan olmak istiyorsa Aziz Yıldırım'ın desteğiyle bu makamı alacağını düşünmesin, ancak sandıkta O'nu ya da O'nun işaret ettiği bir veliahtını yenerek o makama gelebilecektir".

Kendisini Fenerbahçe ile özdeşleştirmiş, Fenerbahçe'yi hayatının ve kişisel ihtiraslarının odağı haline getirmiş, camianın bütün birimlerini çeşitli yöntemlerle kendi hükmü altına almış, 20 senelik başkanlık döneminde kulübün bütün hücrelerini istila ederek tepkisiz, duygusuz, ruhsuz bir robot yaratmış Aziz Yıldırım'ın "sözde" desteği ile kulüp yönetilemeyeceğini düşünüyordum. Ali Koç bir noktada Aziz Yıldırım'ın karşısına çıkacaktı.

Benim tanıdığım Aziz Yıldırım bırakın Ali Koç'a zamanı gelince destek olmayı, O'nun adaylığını açıkladığı gün kurulda yaşanan heyecanı kendine karşı bir hareket olarak algılamış ve bir kenara not etmiştir bile demiştim.

Zaman geçti, devran döndü ama işte o kaçınılmaz kader günü geldi.  

Ama ne güzel ki sonucu her açıdan belli olan bir kongreye gidiyoruz. Kaybedenin de kazananın da belli olduğu bir kongre bu. Kombineleri habersiz iptal edildiği için oğullarıyla birlikte maç günü kapıda kalan babalar bu sefer kaybetmeyecekler mesela. Ya da önce itibarsızlaştırılıp üstlerine birde  "paragöz", "ahlaksız", "hain" sıfatları yapıştırılarak kulüpten uzaklaştırılan değerler kaybetmeyecekler. Tribünde yönetime tepki gösterince en hafif tabirle tartaklananlar da kaybetmeyecek, yıllardan beri yalanlar, ilkesizlikler, tehditler, içinde boğulan cefakarlar da kaybetmeyecek. İyiler bu sefer kaybetmeyecekler. 

Aziz Yıldırım kaybedecek. "Onlar taraftarla beraberler, ben kongre üyeleriyle beraberim" diyebilerek velinimetinden çok farklı bir yola çıkmış, "taraftar gelmezse, yenisini buluruz" diyerek kendisini 3 Temmuz girdabından çekip almış insanları elinin tersiyle itecek kadar gaddar, nankör...

Kaybedecek.

"Fenerbahçe için içeride yatmak" gibi bir spor kulübüyle bağdaşmayacak bir konsept ortaya çıkarmış, Fenerbahçe'ye hizmet edenleri "içeride yatanlar" ve "içeride yatmayanlar" gibi bir kategorizasyon içine sokmuş, "içeride yatmış olmayı" kendini yüceltmek için argüman olarak kullanabilmiş biri nasıl bir spor kulübü yönetebilecek? Ya da "ben bu kulübün 20 yıllık başkanıyım, tabii ki seçim eşit şartlarda olmayacak" diyen faşist bir zihniyet, "istersem on sene kalırım" diyerek kongre üyelerinin haysiyetini ayaklar altına alan bir ego spor kulübü yönetebilir mi?
Yönetemeyecek. Kazansa da yönetemeyecek.

İki gün sonra attığımız oylarla bir devire son vereceğiz. Aziz Yıldırım'ın bu düellodan çekilmesini hiç istemiyordum. Sandıkta devrilmemiş bir Aziz Yıldırım her daim kulüp yönetiminin üzerinde Demokles'in Kılıcı gibi sallanıp duracaktı. Çok memnunum ki o gözünü karartan hırsı ve egosu nedeniyle hala kazanabileceğini düşünüyor. Aylar hatta yıllar once, işte o babanın kombinesini iptal ettiğinde, Alex'i itibarsızlaştırarak kovduğunda, Acıbadem ile sponsorluk imzaladığında, 3 Temmuz gazetecileri ile röportajlar, resimler verdiğinde, tribündeki kadınlara fırça attığında, şampiyonluk kutlamalarını taraftara zehir ettiğinde, takımı ben şampiyon yaptım diyerek şampiyon teknik direktörleri gönderdiğinde, bu kongreyi kaybettiğini göremeyecek kadar gözler kör olmuş.

İki gün sonra güneş doğacak. Sabaha karşı Kalamış sahilinde o güneşi seyrediyor olacağız. Öte yandan hayatın Pazartesi günü çok daha farklı zorluklar önümüze çıkartacağını çok iyi biliyoruz. Ama acıların takımından, şampiyonlar ligi çeyrek finaline çıkabilen, 3 Temmuz mengenesini çatır çatur kıran, nice 0-3'dan 4-3'ler yaşamış bir nesiliz biz. Ne yapacağımızı çok iyi biliyoruz. 

Ne de olsa yetiştirme taraftarız.(!)