23 Temmuz 2011 Cumartesi

Bir Fenerbahçeli'nin seyir defteri

3 Temmuz Pazar sabahı uyanıyorum. Telefonuma mailleri yüklüyorum. Bir gariplik var. Yatmadan önce mailleri kontrol etmiştim halbuki, ne kadar çok mail gelmiş Allah'ın Ctesi akşamı.


Televizyonu açıyorum. İblis orada, karşımda ağzından salyalar dökülüyor. Sonradan adının Ekrem Açıkel olduğunu öğreniyorum. Konuşması sırasında takım ve oyuncu ismi vermiyor, yerseniz...


"Bir Super Lig takımının, maç yapacağı rakibinin en önemli futbolcusunu, transfer etme sözüyle kendisiyle oynayacağı maça çıkmamasını sağladığını, bu futbolcunun aldığı paraları sayarken videoya çekildiğini, bu takıma yeni transfer olan bir diğer futbolcunun gene aynı takımın şampiyonluktaki rakibiyle oynayacağı maçta teşvik primi aldığıyla ilgili kuvvetli deliller bulunduğunu..."


Saat daha öğlen 12.00. Başkan muhtemelen daha sağlık kontrolüne sokulmamış, birileri savcı olmuş, yargıç olmuş, hükmü vermiş...


"...şampiyonluğun Trabzonspor'a verileceği ve şampiyonun küme düşürüleceği..."


3 Temmuz gününden beri medyada çıkan haberleri düşünüyorum. Şikeyi itiraf eden, pişmanlık yasasından faydalanmak isteyen yöneticiler, futbolcular, kulup gorevlileri, Fenerbahçe'nin Avrupa'ya gitmesi halinde Türkiye'nin bütün takımlarını azledeceğini söyleyen UEFA, Emniyet'e ziyaret sonrasında durumun çok vahim olduğunu iddia eden Federasyon yetkilileri, Trabzon'un şampiyonluğunu kutlayan taraftar birlikleri, aldığı kupayı iade eden bir diğer büyük takım, aklandığını iddia eden başkanlar...


Ve geldiğimiz noktaya bakıyorum. Şike yaptığı iddia edilen Emenike, Sezer, Mehmet Yıldız ve Serdar Kulbilge serbest bırakılmış. Serkan Balcı, Senecky ifadeye çağrılmamış. Emniyetin iddia ettiği 19 şaibeli maç 22 yaşındaki zavallı bir kaleci ile ikinci baharını yaşamaya çalışan bir futbolcunun omuzlarında.


İtiraf edenler birer birer bu medyada çıkan haberleri yalanlıyorlar. Meğer sözde herkesin faydalanmaya çalıştığı pişmanlık yasası diye bir olgu yokmuş. UEFA, ileride oluşabilecek tazminat korkusuyla, sırtını tamamıyla TFF'ye dayamış, TFF'de ise "durum çok vahim" ama "belge yok", Trabzon'un şampiyonluğunu kutlayan topluluk kendi antrenörünü, yöneticisini ilk günden satmış "aklanın, gelin" demeye başlamış, serbest bırakılan başkan yurtdışına takımının maçını seyretmeye gidemiyormuş...


Ve bir kupa iade olayı var ki...Toplanmışlar, "kupayı iade edelim" demişler, ama kupaya bağlı olarak kazanılan para, Avrupa hakkını konuşan yok. Sonra öyle bir açıklama yapmışlar ki sanki kendileri Avrupa'da oynamak istemiyor ama UEFA ve TFF o kadar ısrarcılar ki kırmaya imkan yok. Zorla Avrupa'da oynayacaklar yani. Ve, ister inanın ister inanmayın, ortada öyle bir medya var ki, hukukun masumiyetlik karinesine aykırı olan bu şovenizm olgun, şerefli bir hareket olarak tanımlanıp alkış alabiliyor.


Gazetelerde Fenerbahçe'linin çok sevdiği başkanının sedyede, atletle sağlık kontrolünde, sicil kaydı çıkartılırken başta olmak üzere her "özel" kalması gereken fotoğrafı servis ediliyor. Fenerbahçe yayın yasağı istiyor, 15 dakika içinde reddediliyor. Başkan iki günde bir hastaneye götürülüyor, getiriliyor, anjiyo oluyor ama serbest bırakılmıyor. Sahada, salonda, havuzda, pistte Fenerbahçe'ye karşı yıllardır ezilmiş, "teşvik primi" denen olguyu Türk futbol literatürüne sokmuş kuluplerin başkanları "sütten çıkmış ak kaşık" demeçleri verip sahada yenemediklerini masa başında ekarte etme fırsatçılığı içine giriyorlar. Sözde gizli belgeler belirli yayın organlarında sergileniyor. Bu yayın organlarının "topu bomba diye karakola götürecek" temsilcileri bütün ekonomik, sosyal ve hukuki intizam gerçeklerini bir kenara bırakmış, kalem kırıyorlar.


Fenerbahçe'li tepki vermek istiyor, biber gazı yiyor. Başkanına en azından düzgün bir hastanede bakım talep ediyor, anlamsızca reddediliyor. Futbolcusuna ulaşmak istiyor, engel olunuyor. Hukuki süreci anlamak istiyor, her kafadan birşey çıkıyor, sonuçta "düşeceksiniz" deniliyor. Pankart açmak istiyor, izin alamıyor. Oysa Fenerbahçe'linin bu itiş kakış içinde tek savunduğu düstur "yaptıysak cezamızı çekelim ama önce belgelerle ispatlansın, yargısız infaz yapılmasın".


Ve Fenerbahçe'nin konuyu çekmeye çalıştığı hukuk ortamında delili hazır; alınteri.


Ya sizin elinizdekiler sadece bugüne kadar medyaya servis edilenler mi?

Fener'le kimse başa çıkamaz...

Bu satırların yazarı 2002 yılından beri oy kullandığı kongrelerde oyunu bir kere bile Aziz Yıldırım lehine atmamış bir Fenerbahçe Kongre Üyesi'dir.


Tıpkı Aziz Yıldırım'ın sorgulanma sürecinde Beşiktaş Adliye'sinin önünde toplanan kalabalıkta bildiğim onlarca kişi gibi...


Ya da itibarsızlaştırma tiyatrosunun rollerinden birini kapanların biber gazı sıkarak köprü yürüyüşünü bastırmaya çalıştığı onbinlerin içindeki binlerce kişi gibi...


İki gün önce Aziz Yıldırım maskesi takarak stada giden, basın tribününe en azından küfür eden ve sonra, karşı takıma ve hakeme en ufak bir saldırı teşebbüsü bulunmadan, sahaya atlayan onbinler gibi...


Aziz Yıldırım Fenerbahçe'nin başkanıdır. O'nu donla gömlekle evinden alınırken, sağlık kontrolünden geçirirken,, yükselen şekeri nedeniyle bilinçsiz sedyede yatarken, ya da sorgulanmaya alınan herhangi bir zanlıya uygulanan normal fotoğraf çekme prosedürü sonucunda çekilen resimlerini gazetelerin ana sayfalarında yayınlarken Aziz Yıldırım'ı itibarsızlaştırmaya çalışabilirsiniz.


İtibarsızlaştırılmaya çalışılan Aziz Başkan'ın bu itibarsızlaştırma sonucunda nasıl büyüdüğünü, gücüne güç kattığını şaşkınlıkla seyredersiniz.


Fenerbahçe karşınıza daha önce hiç olmadığı gibi tek yumruk çıkar. Divan Kurulu Başkanı kükrer, muhalif üyeler "yönetimin hizmetindeyiz" diyerek selam durur, Yıldırım'ı seven, sevmeyen her Fenerbahçe'li ayağa kalkar.


Anneciğim hayatında ilk defa bir forma almak için Fenerium'a doğru yola çıkar.

Fenerbahçe ile kimse başa çıkamaz.