22 Ağustos 2011 Pazartesi

Ayaklar altındaki yüzyıllık değer yargıları

Ayaktopu'nu ilk yazmaya başladığım gün sadece futbol ve Fenerbahçe yazmaya, başka hiçbir takımla ilgili polemik yaratacak konulara girmemeye kararlıydım. Çünkü rakip takım taraftarlarıyla girdiğim polemiklerin sonucunda, tarafların yaşananlara çok farklı baktığını, tartışarak kimsenin diğerini ikna edemediğini görmüş, asgari müşterekte bile anlaşabilmenin mümkün olmadığını anlamıştım. Israrcı olmak sadece karşı takım taraftarları tarafından, belki de haklı olarak, "fanatiklikle" ilişkilendiriliyordu.
Ve ben bu blogda geçmiş tecrübelerimden kazandıklarımla "okunabilmek" istiyor ve bu nedenle olabildiği kadar diğer takımlara bulaşıyordum. Taa ki...
"Galatasaray Federasyonu ve Fenerbahçe'yi UEFA'ya şikayet etti" diye bir dedikodu kulağıma çalınıncaya kadar...

Önce inanmadım...
Nasıl inanayım ki? "İspiyonculuk" o camianın genlerinde olamazdı. Galatasaray Lisesi mezunu bütün tanıdıklarım o lisede "ispiyoncuların" nasıl cezalandırıldığını, nasıl toplum dışına itilip, türlü işkencelerden geçtiklerini anlatırlardı.
Dedesi şu anda yaşayan en yaşlı Galatasaray'lı, babası ise Lise mezunu olan sülalece Galatasaray görgüsünden geçmiş olan karım da aynı noktadaydı. "Böyle bir şey yapılamazdı. İspiyonculuk Galatasaray teamüllerine aykırıydı"...
Bir rakibe karşı duyulan kompleks, düşmanlık, hırs, kin, nefret bir camianın bütün iç değer yargılarını bu kadar ayaklar altına alınmasına neden olabilir miydi?

Sadece bu kadar da değil. Biz Fenerbahçe'liler Galatasaray'dan öğrenmemiş miydik ketumluğu, "kol kırılır yen içinde kalır" felsefesini? Bu felsefenin temsilcileri nasıl olur da böyle bir gaflete düşebilirlerdi?

İnanmamam için bir neden daha vardı. Hepimiz duymuyor muyduk 2006 yılında Galatasaray kasasındaki izahı olmayan bir milyon dolarlık açığın girdi dekontunun Denizli vali yardımcısı tarafından Federasyon'a verildiğini? Böyle hassas bir ortamda Galatasaray için, üstelik karar verici Federasyon'a karşı, yeni bir cephe açma aptallığında kim bulunabilirdi? Kim böyle kendi ülkesini dışarıya şikayet edecek, ülke içinde açılacak davalarda kendi camiasını zor durumda bırakacak kadar sorumsuz ve vurdumduymaz olabilir, diğer kulüpler tarafından "gemiyi terkeden fare", "Laurel-Hardy" gibi aşağılayıcı benzetmelerle yüzyüze kalacak kadar kendini küçük duruma düşürebilirdi?

Ve bugün yavaş yavaş Galatasaray'dan UEFA'ya bir şikayet dosyasının gittiğini şaşkınlıkla gazetelerde okudum. Ancak rivayet odur ki bu ispiyonculuktan Galatasaray yönetiminin haberi yok, bu utanç verici aksiyon sadece Adnan Öztürk adındaki bir yönetici tarafından yapılmış.

Umuyorum söylendiği, yazıldığı gibidir. Umuyorum bu yüz kızartıcı eylem "ben yönetmeyi bilirim" diyip kendini dev aynasında gören acemi bir başkancığın kontrolünün dışında gelişen "münferit" bir eylemdir. Umuyorum çok kullanılan ifadeyle bu yapılan "camiaya maledelemez"...

Sayın Adnan Öztürk ve, eğer varsa, bu yapılan ispiyonculuğun arkasında durmaya çalışan Galatasaray'lılar. Siz benim bildiğim "Galatasaray" olamazsınız. Siz Galatasaray'ın ancak yüzkarası olursunuz. Siz Galatasaray'ın dibisiniz.

Yok eğer bu eylem Başkanından itibaren planlı yapılmış ise...

Yani Adnan Öztürk, "Galatasaray"sa...

Kendi değerlerini kompleks içinde kaybeden camialar özlüklerini de yitirmişlerdir.

Fenerbahçe bu mesnetsiz suçlamalar yüzünden küme düşse de, düşmese de sonuç değişmez. Rekabet 2000-2011 yılları arasında ne kadar kaldıysa o kadar devam eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder