6 Mayıs 2013 Pazartesi

Kimliğimi kaybettim, hükümsüzdür.

Ben Fenerbahçe’liyim...

Güzel futbolun peşindeyim. Formama Rıdvan’ın, Rapaiç’in, Alex’in adını yazdırır, üç pası ardı ardına yapamayan yeteneksizlere küçümseyerek bakarım. Futbolcunun koşanını değil, futbolcunun topu koşturanını el üzerinde tutarım. Koşu mesafesini ölçmem, asist sayısını sayarım. Topa kavalla vurabilen Bekir’lerin, Ziegler’lerin, Egemen’lerin, Kuyt’ların, Caner’lerin çubuklu giyebilmelerine dahi şaşırırım. Kıymetli formamı yeteneksiz futbolculara verenlere kem gözle bakarım.

Ben Fenerbahçe’liyim...

Yıldızları toplarım. Türkiye’de Cemil için uçak kaldırtır, Topuz için mafya babalarını Kayseri’ye indiririm. Tarık’ı, Ali Kemal’i kaçırır, Rıdvan’a, Tanju’ya, Emre’ye forma öptürürüm. Rakibimin her sene piyasadaki en önemli Türk futbolcusunu almasına dayanamam, Selçuk İnan’a, Hamit’e, Alper’e gıpta ile bakarım. “Gelmek için ayak direyeni istemem” demem, diyeni hor görür, gerekirse daha fazla para verir istediğimi alırım. İstemesem de "başkası almasın" diye alırım, bir köşeye atarım. Sneijder’ın, Drogba’nın Türkiye içinde başka forma giyerken Belhanda’nın peşinde koşmak gururumu kırar, Meireles’le, Baroni’yle teselli bulmam. Benim için Ribery “Anelka’nın Bonusu”dur, bir adım ileriye gitmez.

Ben Fenerbahçe’liyim...

1982 yılından beri karşı tribünlerde beraber dalgalanan çeşitli renkli bayraklar, kurulan kardeşlikler, açılan “Temiz Lig” pankartları bana mutluluk verir. Galatasaray tribünündeki Beşiktaş, Trabzonspor formalılar içimi huzurla doldurur. 1996’nın 5 Mayıs’ında futbolcum “onların yerinde olmak istemezdim” diye zavallı bir empati içinde olurken Rahmetli babamın telefonda “17’sine de geçirdik” diye haykırmasını unutmam. Ben bana duyulan nefretle nefes alırım. "Siz hepiniz, biz Tek'iz" düsturum olur. Ne zaman ki bir Beşiktaş'lı bugün olduğu gibi Fenerbahçe'me yakın durursa şüphe ile bakar, "acaba büyüklüğüme halel mi geliyor" diye sorgularım.

Ben Fenerbahçe’liyim...

Kadıköy’deki bir Galatasaray maçında sahaya nefret akıtırım. Bilirim ki o nefret rakibimi orada boğacaktır. İçimdeki öfke yükselir, merdivenlerden aşağıya rakibin üzerine çöker, soyunma odasında futbolcularını kusturtur. Ben “müşteri” olmam. Müşteri o nefreti yaşamaz. Müşteri sadece aldığı hizmeti beğenmediği için sinirlenebilir. Ben Kadıköy’ün müşterilerle gül bahçesi olmasına katlanamam. Çünkü bilirim ki yetmez. Sevgi nefretle yoğurulucaktır ki Fenerbahçe'nin vurduğu yumruk daha da şiddetli olabilsin.

Ben Fenerbahçe’liyim...

İkincilik, hele Galatasaray’ın arkasından alınan ikincilik başarısızlıktır. İki sene üstüste bunu yaşamak kabustur. Bu kabus değil Avrupa’da yarı final, kupa ile bile rüya haline gelmez. Benim teknik direktörüm diğerine laf atmaz, gol atar. Ben gönüllerin şampiyonu olmam. Beni gönüllerin şampiyonu kıvamına sokmaya çalışanı katrana ve tüye bular gönderirim.

Ben Fenerbahçe’liyim...

Her oynadığımız maçı nefes nefese heyecan içinde tamamlamaya alışmış, her türlü son dakika sürprizini kanıksamış olabilirim. Ama her deplasman maçında Anadolu takımı hüviyetine, her gol attığımızdan sonra 11 kişi kale savunur pozisyonuna girmeyi reddederim. Gol yememek benim için “amaç” değildir, “araç”tır. Final kaybetmeyi sevmem. Final kaybeden, adı üstünde “kaybeden”dir, Fenerbahçe’de yeri olmaz.

Ben Fenerbahçe’liyim...

Acı çekiyorum. Yenildiğime değil, karakterimi kaybettiğime yanıyorum. Camianın tepkisizliğine, hala “Samandra’ya gidelim, destek olalım” diyen anlayışa, “Kocaman gurur”, “Büyük Başkan” nidalarına dayanamıyorum. Camianın bu bitmeyecek gibi görünen kış uykusundan uyanmasını bekliyorum.

Uyanıncaya kadar; kimliğimi kaybettim, hükümsüzdür.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder