23 Eylül 2010 Perşembe

Bir Ali Sami Yen nostaljisi...

Fenerbahçe Pazartesi akşamı Kasımpaşa ile bir lig maçı oynayacak.

Bu maç Fenerbahçe açısından çok farklı bir anlam ifade edecek. Bu anlam Fenerbahçe'nin rakibiyle ya da ligdeki konumuyla ilişkili olmayacak. Pazartesi akşamı oynananacak maç yüzüç yıllık armadanın ezeli ve ebedi rakibinin sahasında oynayacağı son maç olacak.

Sarı-Lacivertliler Ali Sami Yen Stadı'na bir Kasımpaşa maçıyla elveda diyecek.

Fenerbahçe ile Galatasaray Ali Sami Yen'de ilk kez 28 Ağustos 1966 yılında karşılaşmışlar. O günden bugüne 46 maç yapılmış Sami Yen çimleri üzerinde. Bu 46 maçın 19 tanesini ev sahibi takım kazanırken Fenerbahçe en büyük deplasmandan 11 kere galip ayrılmış.

Fenerbahçe'nin Kasımpaşa ile oynayacağı maçın Ali Sami Yen'e alındığını duymamla beraber kendimi bir nostalji rüzgarına bıraktım. Ali Sami Yen'in çökmesinden sonra tekrar ne zaman açıldığını hatırlamıyorum. İlk aklıma gelen 1982-1983 sezonunun başında, henüz ikinci haftasında oynanan bir Adanaspor maçımız oldu. Unutulmaz kalecimiz Yaşar'in meşin yuvarlağı metrelerce uzaktan içeriye buyur etmesiyle sezona ilk haftadaki beraberlikten sonra mağlubiyetle adım atmıştık. Hoş, o sene Stankoviç'in Fenerbahçe'si ortalığı silip süpürmüştü. Çifte şampiyon. Kupayı son aldığımız sene.

Ama o sezonla ilgili tek anım Adanaspor maçı değil. Bir de "o mac" var. Babacim ve Ben. İzdiham içinde Kapalı'nın sağında kendimize bir yer bulmuşuz, o kalabalıkta saatlerce itilmişiz, kakılmışız. İlk yarı Özcan bir hayat öpücüğü vermiş, ama ikinci yarının başında top önümüzdeki kalenin ağlarına dördüncü kere yuvarlanırken babamla bakışıyoruz. Bakışmakla birlikte sessizce anlaşıyoruz. Ancak evin önüne geldiğimizde arabanın cızırtılı radyosuna elimiz gidiyor. Niçin o el oraya gidiyor, onu da bilmiyorum. Cızırtılar arasında Fenerbahçe kelimesinden sonra gelen "dört"u duyuyoruz. Salya sümük mu desem, ne desem?

Sonra aklıma Ali Sami Yen'de oynadığımız bir Beşiktaş maçı geliyor. Önder'in uzaktan attığı şutla 1-0 kazandığımız maç. kalede çuval Jurkoviç mi vardı? O maçın dönüşünde Harbiye'ye doğru tezahuratlarla yürürken Beşiktaş'lı bir grubun taşlı sopalı saldırısına uğradığımı hatırlıyorum. Kendimi zar zor açık bir dükkana atmıştım.

Ve 1986'nın güneşli bir sonbahar günü. Klasik bir Galatasaray-Fenerbahçe maçı. Fenerbahçe "acıların takımı" apoletini takmaya doğru son hızla gidiyor. Galatasaray ise Derwall ile altın dönemlerini yaşamaya başlamış. Numaralının solundayım. Kadim maç dostum Aydın Saban'ı hatırlıyorum. Murat var mıydı acaba? Affet, canım dostum, oradaysan. Fenerbahçe tarihinin en güzel gollerine isim yazdırmış ve en underrated futbolcularından biri olan rahmetli Kayhan gene tam önümde Pesiç'ten gelen ortaya yükseliyor. Belki de "Kaide" orada başlıyor. Maçın sonlarına doğru kırmızı kart gören Abdülkerim'in Galatasaray tribünlerine yaptığı hareketle birlikte o kapalının yükselip kükremesi hala gözlerimin önündedir. Tabii bir de sonra geçmeyen dakikalar, Yaşar'ın uzaktan akrabası Lukovcan'ın ilk ve son defa kalesinde devleşmesi...

3 Mayıs 1989. Ali Sami Yen Stadı'nda bir tarihin yazıldığına da şahit oldum ben. Oysa uslanmayan bendeniz gene aynı hatayı tekrar etmeye çalışmış ve devre arasında Murat'ı sürükleyerek stadtan çıkartmak istemiştim. hay, o kapıları kapalı bırakıp giden görevlinin gözünün yağını yiyeyim. Herhalde kimseden bu kadar hayır duası almamıştır. Çıkamadım maçtan. Kös kös Murat'la birlikte yerimize döndüğümü hatırlıyorum. Tekil konuşuyorum. Çünkü herhalde stadta benden başka teslim bayrağı çekmiş tek bir Fenerbahçe'li yoktu. İkinci yarının başlaması ile tüyleri diken diken eden "Fener, Fener" sesleri, o 46. dakikada iğne deliğinden geçirerek attığı golle hatırlamak isteyeceğim Aykut, Alex duymasın ama gözümle gördüğüm en yetenekli futbolcu olan Hakan Tecimer, Şeytan'ım, ve sonunda Hasan'ın volesi ile dört sıra aşağıya uçmam.

Tekrar tekrar yaşamak isteyeceğim bir kırkbeş dakika. Ne şanslıyım Allah'ım. Oradaydım!.

Herhalde altı ay sonrası. Transfer döneminde Galatasaray'a geçen Hasan'ın ilk Fenerbahçe maçı. Tabii Hasan'a karşı içimdeki nefretin, kinin haddi hesabı yok. Kapalı'nın solundayım bu sefer. Önlerde. O yüzden o doksanıncı dakikada Hasan'ın ayağından yediğimiz gole uzak kalıyorum. O gole uzak kalmak içimdeki üzüntüyü azaltmıyor tabii. Golun ofsayt olması da üzüntümü ve çaresizliğimi arttıran bir diğer faktör oluyor. O maç belki de 14 Mayıs 2006'ya kadar en çok üzüldüğüm maç olarak hafızamda yer ediyor.

Altı ay içinde aynı stad içinde yaşadığım duygu volatilitisine bakın...

1995 Mart'ında askerden terhis olduktan üç gün sonra gittiğim İşveç milli maçını da unutamam. Bizim bölükte görevli olarak maça gelmiş, üç gün önce aynı koğuşu paylaştığım askerlik arkadaşlarımla tribünlerde kucaklaşmıştım.

Ali Sami Yen'in çimlerini görmeyeli 14 sene olmuş. En son o kupa maçıydı işte. 1996 finalinin ilk ayağı. %5 kuralının ilk çıktığı dönemler. Mertlik bozulduktan sonra hiçbir deplasman derbisine gitmedim. O günde tam Ali Sami Yen'in karşısındaki işyerimden o zamanki patronum, şimdiki dostum Faruk ile öğlenden keşfe çıkmıştık. Mertlik bozulmuş ya, yerimiz açık tribün. Nereden gireceğiz, nasıl ulaşacağız, ikimiz beraber akşam için dersimizi öğlenden çalışmıştık. Giriş, çıkışta problem olmadı da, sahada arıza çıktı, Arif penaltısıyla kaybettik.

Pazartesi günü bir aksilik çıkmazsa orada olacağım. Kasımpaşa maçını seyretmek için değil tabii. Anılarımı tazeleyip, o stada "Allahaısmarladık" demek için.

Sadece 3 Mayıs 1989 için bile o stad vedayı hakediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder