Bir Dünya Kupası final sabahına
daha uyanabilmek...
Beş yaşında olmama rağmen 1974’ü
hatırlayamıyorum. (O Cruyff’u finalde nasıl hatırlayamam! 1973’de onunla
beraber Ajax’tan Barcelona’ya transfer olduğumu hatırlıyorum oysa) Bugün benim
için onuncu final, yani benim dünyam bugüne kadar dokuz kere durmuş, bugün bir
daha duracak...
Dokuz finalde sadece üç kere
sevinmişim. 1990’da Almanya, 1994’te Brezilya ve 2006’da İtalya ile. Gönül bilançom
felaket anlayacağınız. Dokuzda üç. 74’ü hatırlayabilsem, biliyorum 10’da üç
olacak. Bu kötü final bilançomun nedenleri Dünya futbolunda Cruyff’lardan,
Neeskens’lerden beri tuttuğum Hollanda ve Beckenbauer’lardan, Gerd
Muller’lerden beri gönül verdiğim Almanya. Biri iki, diğeri üç defa kupa
şanslarını finalde gözümün önünde çöpe atmışlar.
.................................................................................................................................................................
Bu sene finalin adayları daha
turnuva başlamadan adeta bağırıyordu. Hem fikstür avantajının, hem de kupanın
kendi kıtasında oynanmasının verdiği coğrafi avantajların önünü sonuna kadar
açtığı Arjantin’in, Messi figürü ile birlikte finalin ilk ismi olacağı
belliydi. Bir Güney Amerika takımının da karşısına mutlaka Avrupa’dan bir aday
çıkacağı, bu adayın 2002 yılından beri futbolunu tekrar üst düzeye çıkartan,
işin ilginç tarafı “güzel” futbol oynayarak 21. Yüzyılın bütün turnuvalarına
damga vurmuş Almanya olması muhtemeldi.
Tabii Hollanda’nın İspanya’yı
darmadağın ederek turnuvaya başlamasıyla birlikte bir gönül kayması yaşamadım
değil. Acaba bir rüya final görebilir miydim? Bunun için Hollanda’nın 1978
finalinin rövanşını alması yeterli olacaktı. Çok istediğimi söyleyebilirim,
maalesef olmadı. Herkesin favorisi Brezilya’nın en iyi ihtimalle yarı finalde
Almanya’ya eleneceği de belliydi. O kadronun bu kupanın üstesinden gelmesi
imkansızdı. Almanya yarı finaliyle turnuvaya “honorable exit” yapacak olan
Brezilya, ortaya çıkan tarihi skor nedeniyle ortada ne “honour” bıraktı, ne de
başka birşey.
..................................................................................................................................................................Dört sene önce gene bir final sabahı klavyemden dökülenleri okuyorum...
“Bugün Hollanda o kupayı
almalı...Hollanda bu kupayı tarihiyle hakediyor. 1974, 1978 finallerinde, 1998
yarı finalinde haksız kaybeden olmakla...Yaklaşık 40 senedir futbola getirdiği
yeni anlayışla...Gelmiş geçmiş yetiştirdiği futbol adamları ve
futbolcularıyla...
...Dünya Kupası “ben bir
jenerasyon yakaladım” diye kazanılmamalı. Yıllarca ter akıtmak, uğraş vermek
gerekmeli...Finalin son dakikasında topunun direkten dönmesi, finalde rakibin
ayağı topa değmeden gol atabilmek, düşmek, kalkmak, geride kalmak ve sonra
tekrar oraya uzanmak gerekiyor...”
Bu sene de aynen dört sene önce
olduğu gibi futbolun Nirvana noktasında “İlahi Adalet” arıyorum. Dört sene önce
o “İlahi Adalet”e ulaşamadım, ama bu sene elde etmek istiyorum. Bir tarafta
sekizinci finaline çıkan, oynadığı yedi finalde üç kupa kazanabilmiş,
istatistiksel olarak Dünya Kupasının en başarılı takımı olmakla birlikte 7-1
yendiği Brezilya’dan ve hatta İtalya’dan dahi daha az kupa kaldırabilmiş,
Avrupa’da ve Dünya’da oynadığı son dört turnuvada minimum yarı final görmüş,
günümüzün “güzel” futbol temsilcisi Almanya. Diğer tarafta ise 1978-1990 arasındaki
12 senelik period dışında Dünya Savaşı sonrasında bu kupada yarı final dahi
görmemiş, Kempes’li jenerasyon sonunda sadece Maradona ile Dünya Kupalarında
kendisini gösterebilmiş, Güney Amerika’da her zaman Brezilya’nın gölgesinde
kalmış bir Arjantin.
Düşünebiliyor musunuz? Bugün
Arjantin kazanırsa bu iki takımın Dünya Kupası sayısı eşitlenecek.
“İlahi Adalet” bu olmamalı.
Almanya bugünlere tırnaklarıyla kazıyarak ulaştı. Finalde çizgiyi geçmeyen top
“gol” olarak karşı takımın hanesine yazıldı. Üç kere üstüste final oynadı, ilk
ikisini kaybetti, yılmadı, üçüncüyü aldı. Futbolu 2000lere doğru karanlığa
gömüldü, yepyeni bir jenerasyon yarattı. Brezilya’ya aylar önce kamp yapmak
için futbol köyü inşa etti. Sonuçta Almanya bu kupayı sadece tarihi başarıları
ile değil, oynadığı futbolla, futbola yapmış olduğu yatırımlarla da haketti.
“İlahi Adalet”i artık bu sene
görmek istiyorum.
Kaldı ki Brezilya’nın kendi
sahasında, ciğerinin içinde ezeli rakibi Arjantin’in kupa kaldırmasının da iki
taraf içinde hakedildiğini düşünmüyorum. Alejandro Sabella adındaki isimsiz ve
bugüne kadar başarısız bir teknik direktörün, sadece savunma futbolu oynatıp,
bir süperstarın sırtında bu kupayı ezeli rakibinin kalbinde kaldıramaması
gerektiğine inanıyorum.
Sözlerimi dört sene önce ne
dediysem aynı cümleyi yazarak bitiriyorum;
“Bu kupayı kazanmak bu kadar
kolay olmamalı”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder